“Yalnızca politik bir roman değil, teşkilat insanının zihnindeki derin yabancılaşmaya tanı koyan bir kitap.” -Erich Fromm
George Orwell’in hayattayken yayımladığı son kitap olan 1984, distopik roman türünün klasik bir örneği. Bireyin kişiliğine ve özgürlüğüne tarihi, siyasi, sosyal ya da ahlaki bağlamda bir tehdit oluşturan totaliter sisteme ve iktidar baskısına karşı uyarı niteliğinde yazılmış olan 1984, tasavvur ettiği gelecek daha gerçekçi hale geldikçe etkisi bir o kadar artan ender yapıtlardan.
1984 yılında dünya, sürekli savaş halinde olan üç süper-devlete bölünmüştür: Okyanusya, Avrasya ve Doğuasya. Başkenti Londra olan Okyanusya, İngsos, yani İngiliz Sosyalizmi ilkeleri ve her şeyi gören, her şeyi bilen Büyük Birader tarafından yönetilmektedir. Doğruluk Bakanlığı çalışanı Winston Smith, kitapları ve gazete yazılarını “doğrultmakla,”
yani Parti’nin söylemlerini ve tahminlerini doğrulamak için onları değiştirmekle görevlidir. Winston yazılı tarihi değiştirerek Parti’nin gücüne katkıda bulunurken, gitgide bu gücü sorgulamaya başlar.
Gerçeğe duyduğu özlemle, Parti’nin dayattığı “çiftdüşün”e uyum gösteremez hale gelir. Julia’ya âşık olmasıyla Parti’ye olan isyanı da büyür ama Büyük Birader’in onu izlediği gerçeğinden kaçamaz.
Orwell’in kitap için düşündüğü ilk isimle, “Avrupa’daki son insan” olarak tanımladığı Winston Smith ve partneri Julia, insanlığın kırıntısını koruyabilmek için umutsuzca mücadeleye girişirler.
Okuyucunun zihninde yer edecek ürkütücü bir gelecek ihtimali…
“Sonrasında hep tetikte kaldığım tehlike bayraklarına erkenden dikkatimi çektiği için Orwell’e sonsuza dek minnettarım.”
Margaret Atwood
(Tanıtım Bülteninden)