Armageddon ve Pearl Harbour filmlerinin yönetmeni Michael Bay bu sefer de karşımıza bir distopya filmiyle çıkıyor. 21. yüzyılda ütopik bir toplum... Filmin kahramanı Lincoln ve toplumun diğer üyelerinin tek amacı büyük çekilişi kazanıp, "ada"ya gitmektir. Bu umutla hayatına devam eden genç adam günün birinde olan biten her şeyin bir düzmece olduğunu öğrenir. Lincoln ve diğerleri, aslında dış hayattan soyutlanmış olarak yaşayan klonlardır. Ve yaşatılma amaçları, klonları oldukları insanların yedek parçaları olarak varolmaktır. Günün birinde sağlığı bozulacak olan gerçek sahiplerine organ sağlamaktan başka varoluş amaçları yoktur. Hasat zamanının yaklaştığını ve eninde sonunda sıranın kendisine de geleceğini bilen Lincoln, yaşadığı yerden kaçmaya ve yaratıcılarıyla yüzleşmeye karar verir.

Avustralya'ya doğru yola çıkan Logan dehşet içindedir; ilk kez uçacaktır. Uçaktaki "fenomenler" telefonlarını uçak moduna almayı reddedince en kötü kâbuslarının hepsi gerçek olur. İnternet çökmek üzeredir.

Airplane Mode

Spike Lee'den, 70'lerin Brooklyn'inde yaşayan bir öğretmen, onun inatçı caz müzisyeni kocası ve beş çocuğunun yarı otobiyografik portresi.

Crooklyn

Yönetmen Michael Winnick'in tüyler ürpertici hikâyesinde James Marsters, terk edilmiş bir akıl hastanesinde kim olduklarını ve neden bir arada olduklarını bilmeden uyanan sekiz tutsaktan biri olan Jack rolünde. Rahatsız edici anıları silmek için bir deneyde kullanıldıklarını keşfederler, ancak bunun yerine ölümcül bir yaratık serbest bırakılmıştır. Gölgelerden uzanan canavar, akıl hastanesinden kaçmak için yarışan sekiz yabancının peşine düşer.